3 Ocak 2019 Perşembe

Düsseldorf Milongası-1.Avrupa Milongam

Ağustos 2018 sonunda Düsseldorf'daki karavan fuarına gittik,akşamına da milonga'ya.
Fuarda dolaşmaktan çok yorulduğum için otelde uyumak cazip geliyordu bana ama iyi ki Burak beni zorladı.

Cumartesi gecesiydi. Çok güzel , geniş parkesi olan aynalı bir salondu, giriş katında. Okulun eğitmenleri de genç bir çiftti. Giriş  ücreti € 4,-.Erkek bir yandan DJ'lik yapıp bir yandan öğrencileri ile dans ederken kadın barda hizmet ediyordu.

Benim ilk Avrupa milongamdı. Her zamanki gibi önce dans edenleri gözlemledim. Yaş ortalaması , evet, herkesin söylediği gibi 40ın üzerindeydi. Genellikle de başlangıç veya orta seviye dansçılar , ama kendini göstermek üzerine , abartılı hareketler üzerine kurulmuş bir dan gördüm. Biraz üzücüydü.Halbuki okulun sahiplerinin dansı daha mütvazı idi.  Belli bir yaşın zerindeki insanlar dans başladıklarında geçmiş tecrübelerini de katmak, izledikleri-belki hayal ettikleri dansı yapmak, belki iyi olduklarını düşündükleri baka dansları da Tango'ya eklemek istiyorlar. Yaşam tecrübesi olanların yeni bir şey öğrenmeleri bu yüzden zor sanırım: Sıfırdan öğrenci olmak katlanılmaz geliyor olabilir.

Müziklere gelince: cortina diye bir şey yok. tanda sıralaması diye bir şey yok. Tanda içinde sıralama-orkestra diye bir şey yok. Kafam karıştı. Dans isteğim bir geldi, bir gitti.Bu kadar gelgitli bir ruh halinde nasıl dans ediyorlar, anlayabilmiş değilim.

Dans edilebilir şarkılar çaldığında Burak'la dans ettik. Birkaç cabeceo yu görmezden geldim-okulun sahibininki de dahil. Ancak onlarla sohbet ettik.
Gecenin en çok dans eden ve en iyi görsellikte dans eden çifti genç bir erkek ve orta yaşlarında bir kadındı.  Onlar bize Almanya'nın Wuppertal şehrinde büyük bir festival olduğunu söylediler. Avrupa'da nereden ayakkabı aldıklarını sordum, hepsini Buenos Aires'ten aldıklarını söylediler.Sürekli gidiyorlarmış.

Geceyi bitirip otelimize geri döndük.
Kafam karışmıştı: en iyi eğitmenler sık sık Avrupa'dalar ve bu insanlar neden müzikten bu kadar uzak, gösterişe bu kadar yakınlar!

Ocak 2018
Einhoven - Hollanda

26 Ocak 2018 Cuma

Profesör Hastalığı

Bölümdeyken dersini aldığım Profesör unvanlı hocalarımda yaptığım gözlemlerin sonucunda oluşturduğum bir kavram : Profesör Hastalığı

Orta okuldan beri düşünürüm; öğretmenler her sene aynı şeyleri farklı kişilere anlatmaktan, hep yeniden, yeniden başlamaktan hiç sıkılmazlar mı diye .

Sıkılıp sıkılmadıklarını bilemem ama yıllar geçtikçe, konu hakkında tek bir kelime bile bilmeyen öğrencilerine bazı ufak tefek şeyleri biliyormuş gibi davrandıkları çok net. İnsanın bilgi dağarcığı, dünya görüşü genişledikçe; konu hakkında tecrübeleri, çıkarımları arttıkça, yorumlamaları derinleşip entellektüelleştikçe bu gelişen enginleşen fikir+bilgi havuzuna son eklenenleri aktarma isteği refleksif olarak ağır basmaya başlıyor.

Öznel farkındalıklar bizi diğerlerinden farklı kılan şeylerdir. Konunun temellerini herkes anlatır ama sizi tercih edilir kılan bu öznel farkındalıklarınızın kalitesidir. Profesör hastalığına yakalananlar, temelleri yüzeysel geçip bir an önce "kaliteli bilgi"yi aktarma isteğiyle, karşısındakilerin  o temelleri bildiğini var sayar, varsaymak ister- bilinçaltı böyle çalışır.

Tango eğitmenleri de farklı değil.

Konuya farklı bir açıdan değinerek yazımı bitireceğim: Her bilgiyi dile getirmek değil, temel eğitiminin kalitesini arttırmak için farkındalıklarını ne şekilde sunduğundur önemli olan.

NT-Ocak 2018

15 Ocak 2018 Pazartesi

Bir AKIŞ Hikayesi


Akmak: Akmak deyince aklımıza ilk gelen şey tabii ki su'dur. Şimdi su'yun iki halinden bahsedelim: su'yun dökülmesi ve akması.
Su masaya "dökülür",üzerimize "dökülür",yere "dökülür". Ama Su musluktan "akar", nehirde "akar",
Akış kelimesi, birbiri ardına sıralanan ögelerin varlığını içerir. üzerimize "dökülen" su belli bir miktarda -yani 'sonlu' iken musluktan "akan" su sonsuzdur. Birbiri ardına sıralanan su moleküllerinin sonu yoktur: musluk açık olduğu, nehirlerin önüne set çekilmediği sürece o moleküller komşu molekülleri çekerler, onlar da kendi komşularını, ve onlar da kendi komşularını... Birbirlerine bağlı oldukları için bir akış yaratırlar. Dökülen suyun son molekülü de masaya değdiğinde akasında onu takip edecek bir başkası yoktur. akış kesilmiştir.

Bağlı olma hali:Su molekülleri çekim kuvveti ile birbirlerine bağlıdır. Bağlı oldukları için birbirlerini takip edebilir, birbirlerine yön verebilirler. Bu sayede sonu öngörülemeyen sayıdaki molekül birbiri ardına sıralanarak akış oluşturur.Çekim kuvveti olmasa  moleküller tek başlarına kalır ve dağınık hareket eder.

Yer çekimi: Moleküller arası çekim birkaç komşunun bir arada kalmasını sağlayacak güçtedir. Uzayda, yani yer çekimsiz ortamda astronotların bir bardak suyu içmekte nasıl da zorlandıklarını hatırlarsınız: Su molekülleri onları aşağı çeken ve diğer moleküllere bağlayan bir güç olmayınca nasıl da kopup havada başıboş salınmaya başlıyorlar! veya eğimli bir yatakları olmayınca nasıl da oldukları yerde kalıyorlar, hareketsiz,durgun..

Tango: Dans ederken hep akmaktan bahsederiz: ak! ak! ak! Akmak için ne gerektiğinden ise bahsetmeyiz. Hepimizi bildiğini var sayarız, ama bilmeyiz. Su akmak için bu 3 şeyi kullanır:
* Yer çekimini
* Komşu moleküllerini
* Kendi içlerindeki çekim kuvvetini.

Geçenlerde derslerden birinde köklenmeyi anlatırken kullandığım bir ifade oldu: "ayağını yere bas." dedim. Öğrenci, tam da söylediğim gibi ayağını yere bastı. "bu yaptığın şey ayağını yere basmak değil" dedim sonra. "ayağını yerde tutan şey yer çekimi. Sen kaldırmadıkça ayağın zaten yerde olacak. Bu senin yaptığın bir şey değil, yer çekiminin yaptığı bir şey. Sen KENDİN emek ver ve ayağını yere bas.İşte şimdi köklenmek için gereken ilk şeyi yaptın."

Köklenmek- ayağını yere basmak neden bu kadar önemli? yine hep duyduğunuz bir şeydir " önce ayakları bir yere basın, kendi ayakları üzerinde dursun da ondan sonra gancho öğrenmek istesin" günlük hayatta da böyle değil mi: Kişinin ayaklarının yere basmasını, kendi ayakları üzerinde durmasını hep kendi geçimini sağlayabiliyor olması ile değerlendirmez miyiz? Kendisi emek verecek ve geçimini sağlamak için gerekli çabayı gösterecektir.
Dans ederken ayaklarımızı yere basması da bunun gibidir işte: yer çekiminden fazlasın yapmaktır: ailenin sağladıklarının üzerine koymak, kendi varlığını göstermektir.

Köklenmek dansta akışı sağlayabilmek için bize zemin hazırlar. Su moleküllerinin çekim kuvveti gibi. Bir sonraki hareketi bir önceki harekete bağlar.Dans - Tango bu bakımdan kalmak ile alakalıdır. Arkada iz bırakmak ile alakalıdır, Sonraki noktaya varmak değil, bulunduğun noktanın varlığını vardığın noktaya yerleşene kadar unutmamakla alakalıdır.Ağırlığını hep iki nokta arasında paylaştırarak ilerlemektir:
%100 A'noktasındasın.
%90 A'da - %10 B'desin.
%70 A'da - % 20 B'desin.
% 30 A'da - %70 B'desin
% 100 B'desin gibi...
Böylece yer çekiminin danstaki kullanımından bahsetmiş olduk.
Komşu moleküller dediğimiz şey ne peki, hani musluktan "akan su"derken bahsettiğimiz, sonsuz sayıda imiş gibi olan şey? Bir biri arkasında eklediğimiz hareketlerimiz tabii. Figür değil, hareket. Müzikte hareket etmek. Figür odaklı bir dansçı molekülleri, hareketleri birbirine başlamakta zorlanır. yer çekimsiz ortamdaki su gibi olur. 3-5 molekülden sonrakileri taşıyamaz çekim kuvveti ve kopar gider. Biz hareketlerin müziğin leadiyle birbirlerine doğal olarak bağlanmasını istiyoruz.
En önemlisi de kendi içlerindeki çekim kuvveti. Akışı sağlayan belki de en önemli şey. moleküller arası- yani partnerler arası çekim kuvveti - connection olmazsa akış diye bir şeyden söz edemeyiz. İki molekül'ün birbiriyle olmak istemesi, birbirlerini çekmek istemesi, onları uyumlu bir harekete sevk edecek yegane şeydir.


Dans ederken, sağa sola çarpmak zorunda kalarak gürleyen çok yüklü bir nehir gibi olursan partnerin ve sen su üstünde hayatta kalmak için mücadele etmek zorunda kalırsınız.

Bir bahar öğlenden sonrasında sesiyle, kokusuyla huzur bulmak için gittiğin bir nehir olursan partnerin ve sen uyum içinde kendi istediğiniz şekilde akıyor olursunuz.

Naçizane.

NT




yeniden yazsam mı?

Son yazımın üzerinden 1 yıldan fazla zaman geçmiş.

Yeniden yazmaya başlamalı mıyım, neden yazmayı bırakmışım ?

Bi düşünüp anlayım bakalım .

8 Kasım 2016 Salı

Tango Vals

Vals dans etmeyi sevmem.
Sevmiyorum çünkü Vals'in kendine has bir akıcılığı var, kendine has bir hareket şekli.
Beşik gibi mesela. TETE'nin dediği gibi, hakikaten uçar gibi.

Sevmiyorum çünkü vals dans edene rastlamak zor ender.

Olamıyor.

Tete Rusconi.
https://www.youtube.com/watch?v=KaN-LztVB4c

Arce & Montes
https://www.youtube.com/watch?v=SrJXmg8trl0&list=FLdu7HMVQHvPzHlmZ2YLkHdw&index=145

25 Ağustos 2016 Perşembe

İzmir-Ağustos 2016


Bugün İzmir'de 4. günümü bitirdim.
Tango için geldim. 4 gündür sabah 8de evden çıkıp gece 3 de giriyordum. Dün gece ayaklarım tango ayakkabılarıma sığmayınca anladım:İzmir çok nemli,çok sıcak ! İç Anadolu'nun yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı iklimine alışkın bünyem bu neme uyum sağlamakta çok zorlanıyor.

İzmir'de anladığım 2.şey, mini kot şort giymeyen kızların hoş karşılanmadığı; ya da sezonun modası mini kot şort ve crop top tşört. Sırt çantalarını da unutmamak gerek tabii. Ve en nihayetinde, bugün tüm cesaretimi toplayıp ben de şortumu giydim! Kendimi, ortama iyi adapte olmuşlukla tebrik edip 'aferin nilüfer' dedim.

Şimdiye kadar gidebildiğim iki milonga ve bir pratikte yaz rehaveti var sanki. Eh, ne de olsa İzmir burası. Akşamları gidilecek bir kordon,bir Çeşme var. Yalnız, ben İzmir erkeklerinin dansını seviyorum. Bunu 3 yıl önceki Ayvalık Tango Meeting'de de fark etmiştim. Evet, sizinle dans etmeyi seviyorum İzmir erkekleri.

1 hafta daha buradayım. Güzel şeyler öğreniyorum. Kendimi iyi hissediyorum.

Yakında görüşmek üzere ! Çok daha fazlasıyla.

25.08.2016
NT

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Çekicilik nerede?

Facebookda ne fotoğraflar görüyorum, insanın bakmaya doyamayacağı kadınlar,ekekler..

Sonra onlarla karşılaşıyor, konuşuyorum. ama bir şey eksik. nereye kayboldu o çekicilik diyorum.
Arıyorum.Bulamıyorum.

Aylardır öğrencilerime anlatıyorum:
Çekicilik senin hareket edişinde.
- Elini kolunu nereye koyacağına karar ver.
- Huzursuz hissettiğin zamanlarda elinle kolunla oynama, bacaklarını sallama. Bedenine bilinçaltının hükmetmesine izin verme. Kontrolü sen al.
- Dans etmeye başlamadan önce parmak uçlarına kadar fark et bedenini. İstediğin şekilde hareket ettirebilmek için önce komutayı ele almalısın.
- Dans ederken müziğin ritmine yetişmek için, partnerinin hızına yetişmek için, partnerinin boyuna yetişmek için komutayı bırakma.Dans boyunca korumaya çalış.
-Duygu durumu değişikliklerini fark et. Duygularını oluşumuna kontrol edemezsin, onlar susamak gibidir. Engel olamazsın/olmamalısın. Onları fark et ki vermek istediğin tepkilere sen karar ver. Bilinçaltına değil.
- Bedeninin /duygularının kontrolünü bilinçaltına bıraktığın an ele geçirilirsin ve seni neyin ele geçirdiğini bile bilmezsin. Çünkü bilinçaltın, tüm tecrübelerini senin dahi anlayamayacağın şekilde birbirine bağlamış dipsiz bir kuyudur. Hangi tecrübeler / önyargılar ağını ne zaman ortaya çıkartacağını bilemezsin.

(https://eksisozluk.com/elini-kolunu-nereye-koyacagini-bilemeyen-adam--4333303)

Kaybolmuş hissediyorsan şunu dene:

-Derin bir nefes al,3 saniye boyunca al.
- O nefesin 2 saniye süresince tüm bedenine dağıldığını hayal et. Fotoğraftaki gibi. Merkezinden başlasın. Dalga dalga yay onu.Ayaklarının ucuna kadar, başının tepesine kadar genişlesin.
- Şimdi aynı nefesi verirken, gönderdiğin yerlerden topla onu. Başının tepesinden merkeze doğru nefes borundan insin, parmak uçlarından merkeze doğru bütün kolunda hareket etsin, ayak uçlarından merkeze doğru bütün bacağında yol alsın, hiçbir noktayı atlamadan. 3 saniye sürsün.

8 saniyede bilinçaltının komutasından çıktın, kontrolü kendi eline aldın.

-Evden çıkarken
-Arabaya binerken
-İşe girerken
-Bankaya girerken
-Mağazaya girerken
-Arkadaşınla buluşmadan önce
-Telefonu açmadan önce
-Anlatmaya başlamadan önce
-Dinlemeye başlamadan önce
-Derse girmeden önce
-Dansa kaldırmadan önce
-Partnerinin elinin tutmadan önce
- Partnerinin elini bırakmadan önce

Kendi doğallığını bulacaksın. Emin ol.
Yemek yerken ağzını bulamayıp yemeği suratına bulaştıran bebek gibiyiz.
Ellerimizin kontrolünü alalım.

Daha az "elimize yüzümüze bulaştıralım".


NT

15.08.2016